10 Ocak 2014 Cuma

Heybeliada'nın Tam Zamanı

Kış ayları geldi, havalar soğudu. Artık Prens Adaları’nın keyfini sürme zamanı.

Yoğun bir senenin ardından 1-2 günlüğüne her şeyden uzaklaşmak, senenin muhasebesini yapmak ve yeni seneye enerji depolamak için cumayı da içine alan kısa bir tatil gibisi yok. Diyelim ki çok meşgulsünüz en azından cumartesi-Pazar öyleyse.
Hazır yorgunluk atmaktan bahsetmişken kalabalıkların elini ayağını çektiği, gelenin gidenin azaldığı, sessiz-sakin hatta belki de biraz hüzünlü Heybeliada güzel bir alternatif olabilir. Ne de olsa O’da yazın yorgunluğunu atıyor değil mi?

Heybeliada denilince konaklamak için akla ilk gelen elbette ki adanın daha doğrusu İstanbul’un en eski otellerinden Halki Palace oluyor.

İskeleye 10 dakika mesafedeki otel, öncelikle mimarisiyle sizi sarıp sarmalıyor, eskilere götürüyor. Adanın adını taşıyan Halki Palace’ın tarihi, 1850’li yıllara kadar uzanıyor. Bunca yıldır ayakta kalmasının nedeni, İstanbul’un bu kadar yakınında ama dışında olmasından muhtemelen. Bir de tabii Merit Holding gibi akıllı, işbilir şirketlerin varlığı…

Adadaki potansiyeli gören Merit Grubu, oteli aslına uygun şekilde restore ettirerek 1989 yılında işletmeye açmış. Ne var ki iki yıl sonra çıkan yangında ahşap bina tamamen yanmış. Ama bu değerden vazgeçmemişler. Oteli yeniden inşa etmişler. O gün bugündür, 36’sı normal dokuzu deluxe odasıyla, TV ve çocuk odaları, lobby, lobby bar ve pastane, iki toplantı ve seminer odası, iki workshop odası, restoran ve yüzme havuzuyla hizmet veriyor Merit Halki Palace. 

Heybeliada’nın en güzel yapılarından biri olan otel, özgün mimarisine sadık kalınarak yapılan restorasyonun yanı sıra içerisindeki objeler ve dekorasyonuyla da etkileyici. Fayton ve bisiklet turu, çam ağaçları arasında muhteşem İstanbul manzarası eşliğinde doğa yürüyüşleri ve daha fazlasını sunuyorlar. Tabii usta aşçıların elinden çıkma son derece lezzetli yemekler ve dillere destan bir kahvaltı da. 
Kendinizi dışarıya atıp Ada’yı turlamak büyük keyif. İster yürüyerek, ister bisikletle ya da faytonla fark etmez ama mutlaka yapılması gerekiyor bu turun.

Çam Limanı’ndan başlarsak eğer yaz aylarından tekne ve yatlara ev sahipliği yapan bu liman, bu mevsimde daha da güzel. Ferahlıyorsunuz. Heybetli çam ağaçlarının arasında zamanı unutuyorsunuz adeta. Manzara büyüleyici… 

Çam Limanı’na kadar gelmişken Terk-i Dünya Manastırı’nı da görmeden geçmemek gerekiyor her ne kadar artık maalesef çok da görülecek bir yanı kalmamış olsa da.

Ruhban Okulu da Ümit Tepesi’nde hüzünlü duruşunu koruyor. Perili bir köşk gibi burası. 40 yılı aşkın süredir eğitime tekrar döneceği günü bekliyor ama son ‘demokratikleşme paketi’nde ona yine yer yok. Pazar günleri hariç, önceden randevu almak koşuluyla hâlâ ziyaret edilebiliyor.

İsmet İnönü ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın müze-evleri de mutlaka gezilmesi gerek yerlerden.. ‘Müze-ev’ kavramına uzak olan ülkemizde bu iki değerli şahsiyetin hayatına dokunma şansını kaçırmamanızı öneririm. İki müze-ev de pazartesileri hariç her gün ziyarete açık.

Bu aylar fotoğraf meraklıları için adanın en iyi zamanları... Işık harika, kalabalık olmadığı için istediğiniz gibi pozlama yapabilirsiniz.

Eski adı Yunanca’da bakır anlamına gelen ‘Khalki’ konuşma dilimizde ‘Halki’ olarak yerleşmiş. İsimlerin Türkçeleştirildiği dönemde ada uzaktan bir heybe görüntüsünü andırdığı için Heybeliada adını almış. 
İnönü ve Hüseyin Rahmi’nin yanı sıra Ahmet Rasim de uzun yıllar Heybeliada’da yaşamış. Bugün bu geleneği, Orhan Pamuk’la Enis Batur sürdürüyor. Bir anda karşınıza çıkarlarsa şaşırmayın. 


Limanda dizilmiş balık lokantaları son derece davetkâr. En ünlüleri Mavi. Giderseniz pişman olmazsınız. Yok “Ben balık yemem” derseniz –ki sizin adınıza üzülürüz- onun da çaresi var. Ada’da uzun yıllardır hizmet veren Meltem Urfa Lahmacun’a uğramanız yeterli.

Aklınızda olsun kış tarifesi geçerli eylül ortasından beri. Kabataş ve Kadıköy’e son vapur 20.30’da hareket ediyor. Hafta içi veya sonu tarife değişmiyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder